Liderlik hakkında: Orkestrayı yönetmek isteyen, sırtını kalabalığa dönmelidir
Teyzesinden nefret eden bir arkadaşım vardır. Her bayramda, doğum gününde söylene söylene teyzesinin yanına giderdi. Teyzesinin yanına geldiğinde, bir sohbet, bir tatlılıklar... Ne kadar sevmediğini bilmesem, en güzel aile saadeti derdim. Teyzesi öldüğünde cenazede gözü yaşlı, başı öne eğik olan dostum, yalnız kaldığımızda benden sigara isteyip, "oh en nihayet kurtuldum karıdan" diyebilecek kadar dolmuş olan biriydi. Dar alanda yaşadığımız tüm çelişkilerin hepsi bana gerçek hayatın bir yansıması gibi geliyor. Bu çelişkileri hepimiz herhangi bir şekilde yaşıyorsak, bu bizlerin iş hayatlarına da yansıyor.
Uygulamaya çok inanan biri olarak ("uygulama en azından fikir kadar önemli" diyen biriyim) genelde liderlerin fikirlerini nasıl hayata geçirdiğini hep merak etmişimdir. İlk başlarda bulunduğum çevrelerdeki liderlerden öğrenmeye çalıştım. Ondan sonra liderlerin kendilerinin kaleme aldığı kitapları okudum. Biyografiler büyük tutkum oldu. Siyasi liderler, ekonominin kaptanları, spor takımlarının öncüleri derken liderliğin her yerde olduğunu görüyorsunuz. Türkiye'de liderlik hakkında kitap bulmak çok kolay değil. Muhtemelen bu bizim yaşadığımız kültürle de alakalı - daha mütevazi olan bir bölgedeyiz sanki (ABD bu konuda tam tersimiz gibi geliyor).
Hem liderlik hem de ekonomi hakkında zevkle okuduğum biyografilerden biri Sayın Hazım Kantarcı'nın "CEO SA" isimli kitabıydı. Hazım bey 1970'lerden itibaren Türk ekonomisinin içinde olan, son döneminde Sabancı grubunun CEO'su olmuş biri. Kitabından ben çok etkilendim. Türkiye'de genelde siyasi ve askeri liderlerin hatıraları çok bulunuyor. Ama ekonominin ana gemilerinden olan Sabancı gibi bir grubun içinden gelip, sonra CEO'luk yapmış birinin hatıraları çok ender bulunuyor. Kendisinin kitabın son bölümünde liderlik konusuna değinmiş olması ise özellikle hoşuma gitti, bir nefeste okudum. Sonuç olarak liderlik ve yöneticilik arasındaki ince farkı "liderlerin vizyon sahibi olması" diye tanımlıyor, Hazım bey. ABD kökenli bir CEO'nun hatıralarını okuduğunuzda çıkan sonuç aynı oluyor - aklın yolu bir. Deneyimin sonucu da bir.
Peki, liderlik ve yöneticilik arasındaki farklar sadece vizyonla mı ilgili?
Muhtemelen vizyon sahibi olmak bir lider ve bir yöneticiyi ayrıştıran en önemli faktör. Vizyon sahibi olmak tüm ekibe bir "resmi" anlatmakla başlıyor. Herkesin yürekten inandığı, ileri bir zamanda herkesin gurur duyacağı, "ben bunun bir parçasıydım" diyebilecekleri bir hedeften bahsediyoruz. Vizyon ama sadece güzel bir şekilde tarif edilmiş bir hedef değil. Aynı zamanda heyecan vermesi gerekiyor. Heyecan çok kilit bir nokta... Heyecan olursa, ekipteki en gencinden en deneyimlisine kadar herkes bu vizyona odaklanıyor. Markafoni'yi yeni kurduğumuzda vizyonu çok basitçe "Türkiye'nin ilk Özel Alışveriş Kulübü" olarak ifade etmiştim. Bir süre bu heyecan devam ediyor ama tahmin edeceksiniz ki, ilk olmak gibi basit kurguların heyecanı çok uzun ömürlü olmuyor. İkinci vizyon "Türkiye'nin lider Online Fashion şirketi" diye bir şekilde oturmuştu. Bu herkese daha çok heyecan veriyordu. Hem liderlik kelimesi sihirli bir kelime olduğundan hem de artık sadece özel alışveriş kulüplerinin alanında değil genel olarak Online Fashion tarafında faal olmamız bu heyecanı körüklüyordu. Bu vizyona bir süre "Türkiye'nin yurtdışına açılan ilk eTicaret şirketi" sloganını da eklemiştik... Bu heyecan kurulduğumuz ilk günden (03 Eylül 2008) itibaren 17 Mart 2012'ye kadar sürdü. Üç dört senelik bir dönemden bahsediyoruz ki, bu çok uzun bir dönem. Bunun ana nedenlerinden biri vizyon diğeri ise yakalanmış olan başarıydı.
Başarı bir diğer anahtar kelime. Lider olabilmek için başarıya da ihtiyacınız var. Daha doğrusu bir lider olarak algılanmak için başarıya ihtiyacınız var. Tarih kitaplarına baktığınızda, büyük liderlerin başarılarından söz edilir. Emin olun, bu büyük liderlerin karşısında mücadele ettikleri diğer insanlarda iyi liderlerdi. Vizyonları vardı. İnandıkları değerler vardı.
Ama başarıyı yakalayamadılar. Başarı zaten kendi başına önemli bir boyut. Başarıyı yakalayan bir kişi vizyonu olmasa da toplum tarafında bir lider gibi algılanabiliyor. William McFee'nin "Kaptanın, karşılaştığı fırtınalara değil, gemiyi limana getirip getirmediğine bakılır" söylemi bu durumu güzel bir şekilde ifade ediyor.
Benim deneyimlerim doğrultusunda liderliğin bir üçüncü boyutu daha var. O da ekip çalışması. Hiç bir kimse tek başına bir şey ifade etmiyor. Bu futbolda böyle olduğu gibi iş hayatında da öyle. Ortaklarınız, çalışanlarınız, sektördeki diğer oyunculara kadar bir geniş bir yelpazede ekip çalışması içinde olmanız gerekiyor. Bir taraftan kendi aklınıza gelen fikirleri sorgulayacak insanlara çok ihtiyacınız var. Ortaklarınız varsa ve sizler birbirinizi sorgulayabiliyorsanız, ne ala. Bu çok büyük bir değer. Bunu asla kaybetmeyin. Eğer yalnızsanız, bu görevi çalışanlarınızın yerine getirmesi lazım. Dalkavukluk yapan çalışanlarınızdan uzak durun - sizi eleştiren, yaptıklarınızı sorgulayan insanlarla çalışmaya özen gösterin. "Tek elin nesi var, iki elin sesi var" mantığı çok değerli. Ekip çalışması kendinizi zorluyor ve zorladığı gibi geliştiriyor. Kimse herşeyi bilemez.
Toparlamak gerekirse, liderlerin yöneticilerden farkları vizyonlarında, başarıda ve ekip çalışmasında. Kimse lider olarak doğmuyor. Aile ortamında doğal lider olan biri iş hayatında olamayabiliyor. Veya tam tersi. Bir spor takımının lideri aynı anda iş hayatında iyi bir lider olamayabiliyor. Herkesin değişik bir hayat hızı var - 20 yaşında lider olanlar var... 70 yaşında lider olmaya başlayanlar var. Zaman ve olgunlaşma iki önemli etken.
Liderlik özel bir şey. Kendinizi lider ilan etmekle, lider olamıyorsunuz. Başkalarının sizi gönüllerinde lider ilan etmesi gerekiyor. Ve bence en önemlisi, liderliğin oyun alanı 10 cm - kulaklarınızın arasındaki mesafe. Bu kadar basit.
***
''İnsanın asıl karakteri, eline otorite, güç, kuvvet geçtiğinde ortaya çıkar.’' Abraham Lincoln